Tarih, sıradan olanı yazmaz; sıra dışı olanların tarih yazacağı ise her zaman öngörülemez. Her ikisi de 1982 yılında gösterime giren, bütçesinin çok az üstünde kazanç elde eden ve dönemin izleyicisi tarafından bir bakıma anlaşılamayan John Carpenter imzalı “The Thing” ve Ridley Scott imzalı “Blade Runner” filmleri gibi. Zaman, her iki filmin de kıymetinin anlaşılmasını sağladı; tarih, sıradanların üzerine zamanın kumlarını serpiştirip onları bir bakıma görünmez kıldı ve nihai noktada iyiler hep zaman ötesi olarak kaldı.
Beyaz perdeye anıt filmler bırakan dev yönetmenlerden söz açmışken oyun dünyasına yine anıt niteliğinde yapımlar kazandıran ve teşbihte hata olmaz, bu yönetmenler kadar başarılı bir yönetmenliği olan Hideo Kojima’dan söz etmemek, bir Death Stranding yazısında mümkün olamaz. Adını, yarattığı ilginç evrenlerle duyuran ve kendisinden “sıradan”ı beklemenin, ona tam manasıyla hakaret olacağı Kojima, video oyun endüstrisinin dâhi çocuğu nitelemelerini sonuna kadar hak eden birkaç isimden biri. Metal Gear Solid serisinden, biraz da tatsız şekilde ayrılmak durumunda kalan, büyük merakla beklenen Silent Hills projesi rafa kalkan, yeni oyun duyurusuyla oyun dünyası ayağa kaldıran Kojima’nın heybesinde, öyle standart bir oyun olmayacağı tahmin edilebilirdi pekâlâ. Ama ortaya çıkan, garip isimli yapımın tam olarak nasıl bir “oyun” olacağı da bir o kadar tahmin edilebilirlikten uzaktı. Death Stranding önce PlayStation platformunu, ardından PC’yi ziyaret etti. Peki, bu oyun, gerçekten bir yürüme ve kargoculuk simülasyonu muydu? Yoksa Death Stranding de 1982 yılında çıkıp kendi zamanında anlaşılamayan sinema filmleriyle benzer bir kaderi mi yaşıyordu?
Death Stranding ve “Sizi Evde Bulamadık.” Esprisinin 1 Milyon Defa Yapılması
Hideo Kojima’nın Death Stranding için söylediği “Yeni bir tür yaratıyorum.” mealindeki ifadeleri, aslına bakarsanız pek de hatalı sayılmaz. Çünkü bugüne dek Grand Theft Auto serisinden Assassin’s Creed serisine dek sayısız aksiyon, macera oyununda yük taşıma görevi yapsak da bu defa işler, hayal ettiğimizden de çok daha kapsamlı, gerçekçi, sürükleyici ve heyecan verici. Hem de oyunla ilgisi olmayıp yalnızca konsepti öğrenerek “Eve geldik ama sizi evde bulamadık.” esprisini yapanların, bu esprilerini gereksiz kılacak kadar sürükleyici ve heyecan verici.
Death Stranding’de, The Walking Dead dizisi ve maalesef hayat bulamayan Silent Hills projesinden tanıdığımız Norman Reedus’ı, Sam Porter Bridges rolünde görüyor ve yönetiyoruz. Oyuna adını veren olaydan sonra kıyamet sonrasını yaşayan ABD’de geçen oyunda görevimiz, kargo taşımak gibi görünse de senaryo kapsamında daha farklı görevlerimiz, en azından amaçlarımız var. Bunlardan biri ve en önemlisi, eski ABD başkanının kızı Amelie’nin, yaşanan felaketler nedeniyle birbirinden epey uzakta bulunan yerleşkelerde bulunan insanları yeniden bir araya getirmek ve medeniyeti yeniden inşa etmek, Amerika’yı yeniden büyük yapmak isteğini karşılıksız bırakmamak. Tabii bu, yazıldığı ve anlatıldığı kadar kolay değil zira karşımızda hem somut hem de soyut engeller mevcut.
Bu Yağmurlar, Altında Dans Edilecek Yağmurlardan Değil
Oyun boyunca karşımıza çıkacak somut engeller, oyundaki silahlarımıza kavuşana kadar gördüğümüz an tekme tokatla etkisiz hâle getirmeye çalıştığımız haydutlar. “Haydutlar” diyoruz çünkü oyunun haritasında kendilerinden bolca var ve yapımın başlarındayken grup olarak saldırabiliyorlar. Sam’i genellikle bayılttıktan sonra taşıdığınız kargoyu alıyorlar. Sam normale dönünce onların konuşlandıkları yerlere gidip kargonuzu haydutlardan geri almanız gerekiyor.
Soyut engellerin başında ise Kıyıya Vurmuşlar, yani KV’ler geliyor. Varlıklarından çeşitli şekillerde haberdar olabileceğiniz ve yanlarına pek de sokulmamanızı tavsiye edeceğimiz KV’ler, oldukça ölümcül olabiliyor. Tabii somut ve soyut engellerden bahsederken; varlığı somut, etkileri ise sonuçları görülene kadar soyut olan yağmurdan söz etmeliyiz. Adına Zamankıyım Yağmuru denen bu özel yağmurlar, dışarıdan bakan bir göz için ferahlatıcı, sıradan bir yağmurdan farksız şekilde iç açıcı olsa da etkileriyle tüyler ürpertici. Zira adının acımasızlığı, yağmurun niteliğini ve işlevini çok başarılı biçimde yansıtıyor. Yağmur damlası değen her şey yaşlanıyor ve bozulmaya uğruyor. İşte bu nedenle Sam Bridges ve açık alandaki herkes, özel giysiler giyiyor. Kargolar da yağmurun yıpratıcı özelliğinden olumsuz etkileniyor ve bunun için çeşitli önlemler bulunuyor. Oyun içerisinde aşama kaydettikçe karşınıza çıkacak araçlar ve koruma spreyleri bu önlemlerden bazıları.
Kaotik Bir Ortamda Bebek Bakıcılığı ve Eşya Üretimi Bir Arada
Kulağa başta çok ilginç ve aslında saçma gelse de Death Stranding dünyasında, ana rahmini simüle eden bir kapsül içerisinde bizim işlerimizi kolaylaştırabilen ama yaşadıklarımızdan da etkilenebilen bebekler var. Sam’i, hareket esnasında, özellikle de bolca kargo yüklenmişken kontrol etmek, çok kolay değil ve karakterin dengesini sağlamak, çoğu zaman sizin ellerinizde. Hâl böyleyken aşırı dikkatli olmanız, engebelerden özenle geçmeniz, dere gibi yerlerden geçerken daha da dikkat göstermeniz icap ediyor. Atacağınız hatalı bir adım, yapacağınız yanlış bir hamle, Sam’in tökezlemesine, kargoların düşmesine ve bebeğin ağlamasına neden oluyor. Tabii bebeği sakinleştirmek sizin göreviniz.
Oyun boyunca yanınızda sınırlı miktarda eşya taşıyabiliyorsunuz ama bir şeyler inşa etmeyi planlıyorsanız ki planlamanızda yarar var, envanterinizi bu doğrultuda şekillendirmelisiniz. Çevrim içi desteği oldukça güçlü olan oyunda, hem kendiniz kullanabileceğiniz hem de başka oyuncuların yararlanabilecekleri köprü, yol gibi yapılar kurabiliyorsunuz. Kilit noktalara yapacağınız yararlı yapılar, diğer oyuncular tarafından oylanabiliyor ve bunun neticesinde yönettiğiniz karakterin kargo taşıma kapasitesi ve hareket kabiliyetleri artıyor. Tamamen bir kazan-kazan durumu söz konusu. Ayrıca bu inşa meselesi sayesinde, hikâyesi ve oynanışı gereği karşısında saatler geçireceğiniz Death Stranding hakkında şüpheye kapılıp “Bu kadar saat ne yaptın bu oyunda?” diye soran arkadaşlarınıza “Yol yaptım.” diyebilirsiniz.
Son Zamanlarda PC’ye Gelen ve Çok Güzel Görünen Yapımlardan Biri
Teknik tarafta işlerin hayli yolunda gittiği Death Stranding, kendi alanında otör kabul edilen Hideo Kojima’nın devasa bir ters köşesi sonucunda, kendi imzasını taşıyan Fox Engine yerine, Horizon Zero Dawn’a da hayat veren Decima oyun motoruyla geliştiriliyor. Kojima’nın söylediklerine göre bu oyun motoru, onun hayal ettiği dünyayı yaratabilmesine olanak verebiliyormuş ve çok daha esnekmiş. İşin, oyun tasarımı ve geliştirme cephesindeki teknik yönlerini kendisi elbette çok daha iyi biliyordur ama bizim de bildiğimiz bir şey var ki oyun, özellikle NVIDIA GeForce RTX 20 serisi ekran kartlarıyla harika bir uyum içerisinde çalışıyor.
Bahse konu ekran kartı serisinin desteklediği DLSS 2,0 teknolojisi sayesinde Death Stranding’de yüksek çözünürlükte dahi son derece akıcı bir oyun deneyimi elde edilebiliyor. Doğal 4K çözünürlükten farksız bir görüntüyle oyunu oynarken yakaladığınız fps değeri, 4K çözünürlükteki fps değerinden %50’ye varan oranda fazlası olabiliyor. DLSS etkinken daha yüksek fps değerleri yakalamayı arzu ediyorsanız, DLSS Kalite yerine DLSS Performans’ı tercih etmeniz yerinde olacaktır. Tabii sahip olduğunuz ekran kartı daha güçlüyse çözünürlük ve detay seviyesi konusunda sınırları kendiniz belirleyebilirsiniz.
Can sıkıcı yorumları kulak arkası edin ve Kojima’nın yeni şaheseriyle baş başa kalın. Özellikle ikinci yarısından itibaren açılan ve ara sahneleriyle Hollywood filmlerini aratmayan yapımın, son yıllara damgasını vuracağı çok açık. İyisi mi zaman kaybetmeden siz de tarihe tanıklık edin.