Her konuyu farklı yönleriyle ele alıp olaylara ve olgulara alternatif pencerelerden bakmaya gayret ediyor olabilirsiniz. Peki, hem yaşadığınız dünyanın gerçekliğini hem de ruhlar âleminin ürpertici yanlarını aynı anda görebilseydiniz olaylara ve olgulara bu denli farklı perspektiflerden bakmaya cesaretiniz olur muydu? Bu durumda sizin yaklaşımınızı bilmemiz güç ama Marianne, ona çoğu zaman acı çektirse de özel yeteneğiyle barışık ve her iki âlemi görerek gerçeğin peşinden gitmeye gayret ediyor.
2010’dan beri irili ufaklı oyunlar geliştiren ama asıl tanınırlığını, son yılların en korkunç oyunlarından biri olan Layers of Fear ile kazanan Polonyalı Bloober Team’in psikolojik korku oyunu The Medium, stüdyonun şimdiye kadar geliştirdiği en iddialı oyun.
Cenaze Evinden Niwa Dinlenme Merkezine
Uzun yıllardır kötü bir rüyanın pençesinden kurtulamayan ve bu rüyanın ne manaya geldiğini bir türlü bulamayan Marianne’i yönettiğimiz The Medium, türünün hakkını verecek kalibrede bir yapım. Bunu, oyunun ilk dakikalarından itibaren anlayabiliyoruz. Bahse konu rüyaya dair ilk videonun ardından kontrol bize geçiyor ve yapımı oyun yönetmeninin görmemizi istediği kamera açılarıyla oynamaya başlıyoruz. Marianne’in babası gibi sevdiği Jack’in cenazesi için bulunduğu ev, bizi oyuna ısındırmaya yönelik kontrol şeması alıştırmalarını yapmamız için ayarlanmış durumda. Ancak kasvetli atmosfer, yağmurlu hava ve komünizm sonrası yeni milenyuma hazırlanan Polonya’dan izler taşıyan ev içi tasarım, bizi oyunun ta derinlerine hapsetmeyi başarıyor.
Durağan sayılabilecek, yaklaşık yarım saatlik oynama sürecinin ardından Marianne’in, oyunun alametifarikası sayabileceğimiz medyumluk yeteneğiyle karşılaşıyoruz. Yönettiğimiz karakterin yapacağı bir telefon görüşmesiyse oyunun seyrini tamamen değiştirip bizi cenaze evinden Niwa Hotel’e doğru yönlendiriyor.
Eşikte Mekân Konseptinin Muazzam Uygulanışı
Oyunun çok büyük bir bölümü, sabit kamera açılarıyla oynanıyor ve az önce de belirttiğimiz gibi oyunun yönetmeninin görmemizi istediği şeyleri görüyoruz genellikle. Bu noktada, geliştirici ekibin Silent Hill serisine saygı duruşu yaptığını belirtmeden geçemeyiz. Fakat kamera açılarının yanı sıra mekân tasarımları da dikkate değer. Son dönemde belli başlı topluluklarca üstünde özellikle durulan “Liminal Space-Eşikte Mekân” görsellerinin insanda yarattığı rahatsız edici etkiyi oyunun neredeyse her yanına entegre eden Bloober Team, yalnızlık ve korku hissini bu şekilde veriyor.
Geçmişte yaşanan gerçek bir olaya dayanan ama oyunda kurgusal olarak şekillendirilen Niwa Katliamı’nın merkezi olan Niwa Hotel’e vardığımızda, eşikte mekân görsellerinin interaktif hâllerini deneyimlemeye başlıyoruz. İşin tatsız ve korkutucu yanı, tüm bu mekânların alternatif versiyonlarının da yeterince rahatsız edici oluşu. Karakterimiz Marianne, medyumluk yetenekleri sayesinde aynı anda hem bu dünyada hem de ruhlar âleminde gezinebiliyor ve aynı ortamın alternatif boyutunu bizlere yansıtabiliyor. Çoğu zaman ekranı yatay ya da dikey olarak ikiye bölen oyun, bizim aracılığımızla Marianne’in fizikî ve ruhani âlemde bulmacaları çözüp gerçeği keşfedebilmesini sağlıyor. Tabii ayna etkileşimiyle tam bir boyut değişimi yaşanabildiğini de ekleyelim. Silent Hill: Origins oyununda Travis Grady de alternatif boyuta aynalar aracılığıyla geçiyordu ve geliştirici ekip, az önce de ifade ettiğimiz gibi Silent Hill serisine saygı duruşunu oyun boyunca sürdürüyor.
Kıvamında Bulmacalar, Merak Uyandıran Senaryo
Bir psikolojik korku oyunundan bekleyeceğiniz üzere oyunun ilerleyişi için mekân keşfi kadar bulmacalarla da uğraşmanız gerekli. Ne çok zor ne de çocuk oyuncağı sayabileceğiniz bulmacalar, oyunun omurgasını oluşturuyor. Özellikle her iki dünyanın da işin içine dâhil edildiği bulmacaları çözerken oldukça keyif alabilirsiniz. Ancak oyunda hızlıca ilerlemenizi engelleyen tek unsur bulmacalar olmayacak. Yapımda Marianne’e musallat olan ve oyunun ciddi bir kısmında onun peşini bırakmayan The Maw adlı varlık, hem gerginliği artırıyor hem de oyunun hayatta kalma tarafının çalışmasını sağlıyor. Çünkü The Maw sizi “duyduğunda” ondan kurtulma imkânınız, birkaç istisna sahne dışında pek yok.
Yenilikçi oynanış tarzı, sürükleyici ve sürprizlerle dolu senaryosuyla son dönemde yayımlanan en başarılı psikolojik korku oyunlarından biri olarak kabul edebileceğimiz The Medium, bunca Silent Hill referansına ek olarak ses efekti ve müzik tarafında Akira Yamaoka’yı misafir ediyor. Silent Hill serisinin neredeyse tamamında emeği olan Yamaoka’nın The Medium için hazırladığı efekt ve müzikler, yapımın kalitesini yukarı taşıyor.
Farklı oyun platformlarından satın alarak oynayabileceğiniz The Medium, çıktığı günden bu yana Microsoft’un çok sevilen oyun servisi Game Pass’te de yer alıyor. Oyunu henüz oynamadıysanız zaman kaybetmeden The Medium ve Marianne’in sıra dışı macerasına tanıklık edin.