Amnesia: The Bunker İnceleme

Monster Notebook  15 Ağustos 2023

Oyun

Yolu, “korku”ya düşen herkesin yakından tanıdığı ABD’li yazar Howard Phillips Lovecraft’ın dediği gibi “İnsanlığın en eski ve en güçlü duygusu korkudur ve korkunun en eski ve en güçlü türü de bilinmeyenin korkusudur.” 2007’den bu yana, “bilinmeyen” korkusunu merkeze alan oyunlar geliştiren, 2010’dan itibaren de “hafıza kaybı/zihin bulanıklığı” temasına sahip Amnesia serisiyle hayatta kalma/korku türüne yeni bir boyut kazandıran İsveçli oyun stüdyosu Frictional Games, serinin dördüncü ana oyunu Amnesia: The Bunker ile bizleri yine korkunun, bilinmeyenin derinliklerinde saklı en saf hâliyle kol kola girmiş zifiri karanlık bir hayatta kalma öyküsünün tam ortasına bırakıyor. Bunu yaparken de seride ilk defa yer verdiği oyun mekaniklerini de bu son oyuna eklemekten ve bahse konu mekanikleri, yine gerim gerim gerilmemiz, korkudan üç adım öteye gidemememiz için kullanmaktan çekinmiyor.

Savaş Alanından Korku Labirentine Uzanan Ürkütücü Yolculuk

Amnesia Rebirth’ün uçak kazalı başlangıcını saymazsak Amnesia serisinin diğer iki oyunundaki sakin yapıdaki unutma hâli temasından sıyrılıp oyuncuları, Birinci Dünya Savaşı’nın çetin çatışma koşullarının ortasına bırakarak başlayan Amnesia: The Bunker’da, Alman kuvvetlerine karşı mücadele eden Fransız askeri Henri Clément’yu kontrol ediyoruz. Silah arkadaşımız Augustin Lambert’in talimatları doğrultusunda onun yanına ulaşmaya çalışıyor, bir yandan da Alman askerlerinin, gökten yağan yağmurla aşık atacak yoğunluktaki kurşunlarına karşı sıklıkla siper gerisinde durmaya çalışıyoruz ki oyun, bize ilk sürprizini, daha birinci dakikasında yapıyor.

Seride ilk defa, oyunda yönettiğimiz karakterin elinde bir silah görüyoruz ve 1892 model altıpatlar, serinin geleneksel birinci şahıs görünümüne “birinci şahıs nişancı” kimliği kazandırıveriyor. Tabii aklınıza, sağda solda bulduğumuz onlarca mermiyle “sıka sıka” ilerlediğimiz bir oyun gelmesin; Amnesia: The Bunker, lehimize gibi duran bu aletin ne denli aleyhimize olabileceğini, oyunun ilerleyen anlarında defaatle gösteriyor. Tabii o aşamaya ulaşmadan önce kullanabileceğiniz el bombaları ve gaz bombaları da karşınıza çıkıyor. Kısacası, geliştirici ekip, Amnesia serisinde daha önce kullanmayı düşündükleri ancak serinin alametifarikası olan oyuncu savunmasızlığı temelli çaresizliği güçlendirmek adına rafa kaldırdıkları (örneğin Amnesia: The Dark Descent) silah, biraz da oyunun temasından hareketle The Bunker’da, kısıtlı kaynak kotası çerçevesinde yer alıyor ve canavarları öldürmekten ziyade onları kızdırmaya, aynı zamanda kilitli kapıları açmaya yarıyor.

Oyunun asıl gerilimli anları ise yapıma adını veren ve keşfettikçe, keşfettiğimize pişman olmaya başladığımız sığınağa girmemizle başlıyor. Zira haritasını dolaşa dolaşa doldurup bütününü sonraları görebildiğimiz labirent kıvamındaki sığınakta yalnız olmadığımızı öğrenmemiz çok sürmüyor.

Ruh Büken Sessizliğin Ölümcül Sonlanışını Arzulamak

Başlık, her ne kadar Nuri Bilge Ceylan ya da Zeki Demirkubuz filmlerinden fırlamış bir replik gibi dursa da ifade etmek istediğimiz şey, tam da bu oluyor oyun içinde. Korku oyunlarında sessizliğin de en az sesler kadar önemli olduğunu, Silent Hill 2 oyun yapımı belgeselinde vurgulayan ve serinin pek çok oyununda besteci/ses tasarımcısı olarak görev alan Akira Yamaoka’nın sözlerini doğrulayan Amnesia: The Bunker, korkuyu iliklerinize kadar hissetmenizi, işte bu sessizlikle mümkün kılıyor ve oyuncu, bir süre sonra bahse konu sessizliğin sonlanmasını istiyor. Tıkırdayan eşyalar, gıcırdayan kapılar, sığınağın tepesine düşen havan mermileri, her an bir yerlerden bir şeyler gelecekmiş hissi yaratan döngüsel/ritmik mini gürültüler, oyunun ruh büken meşum sessizlik perdesini aralıyor. Bu yıldırıcı sessizliği asıl ortadan kaldıransa yönettiğimiz karakterin çıkardığı seslere ve ışığa duyarlı canavar ve onun gelişiyle hayat bulan korkunç ses efektleri oluyor.

Metro serisinden anımsayacağınız türden bir kurmalı mini fenerle yolumuzu aydınlatmaya çalıştığımızda, bizi sinsi sinsi takip eden, hareketlerimizin gayet de farkında olan bu canavara yakalanmadan sığınağın tamamını keşfedip bu labirentvari cehennemden kurtulmak, sığınaktaki jeneratörlere benzin doldurup onları çalıştırarak etrafın, kısa süre de olsa aydınlanmasını sağlamakla mümkün hâle geliyor. Böylece fener kullanıp dikkat çekmeksizin yeni koridorları, odaları bulabiliyoruz. Elbette kısıtlı kaynak meselesi burada da devreye giriyor ve haritada prosedürel olarak oluşturulan eşyalar arasında bulunan benzin bidonlarını da dikkatlice tespit edip uygun anda kullanmak önem kazanıyor. Aksi hâlde ensemizde boza pişiren ve ne hikmetse, duvarlardaki Diyarbakır karpuzu büyüklüğündeki deliklerden rahatlıkla çıkabilen koca yürekli ve koca cüsseli canavar, tepemize binebiliyor. Şayet oyunu, yönetim odasındaki gaz lambası kullanarak kaydetmediyseniz, o zamana kadar gerçekleştirdiğiniz tüm ilerleme, buhar olup uçuyor. Bu nedenle oyunun size vereceği uyarı ve yönlendirmeleri, mümkün olduğunca takip etmenizi öneriyoruz.

Hikâyenin Potansiyeli, Sığınağın Gizeminde Kayboluyor

Pek çok oyun eleştirmeninin de belirttiği üzere Amnesia: The Bunker, düşman tarafında sırtını, Alien: Isolation oyunundaki Xenomorph’un temel hareket döngüsüne ve zamanla oyuncunun hareketlerini “öğrenme”sine yaslıyor. Ancak bunu yaparken Alien: Isolation kadar başarılı olduğunu söylememiz pek mümkün değil çünkü oyunda mütemadiyen peşimize düşen ve bizi “aklınca” kıstırıp yok etmeye çalışan canavar, yapay zekâ bakımından sınıfı geçemiyor. Kapıları kapatıp dolapların içine saklandığımızda her yeri ve her şeyi tek tek kontrol etmesini beklediğimiz canavar, bulunduğu ortama ve aksiyona birden yabancılaşıp hiç de beklemediğimiz düzeyde akıl dışı şekilde hareket ediyor. Bu, geliştirici ekip tarafından oyunun zorluk düzeyini artırmamak adına bilinçli yapılmış bir tercih olabilir ancak serinin önceki yapımlarında bu kadar şapşal düşmanlara denk geldiğimizi söyleyemeyiz.

Amnesia: The Bunker’ın aksayan yönlerine ufak ufak değinmeye başlamışken sözü, potansiyelini bir türlü açığa çıkaramayan hikâyeye de getirmemiz gerekiyor. Doğrudan anlatılmayan senaryoya sahip yapımlarla zaman geçirmeye alışkınız, hatta sağdan soldan topladığımız yazı/eşyalarla, oyunların, çevresel hikâye anlatımının ne denli başarılı olabildiğini de Control veya Elden Ring gibi oyunlarla tekrar tekrar görmüş durumdayız fakat The Bunker, hikâye anlatımındaki tutukluğu bir türlü üzerinden atamıyor. Serinin önceki oyunlarında, farklı yazarlar görev alsa da Thomas Grip gibi Frictional Games’in önemli isimleri, yazar kadrosunda bir şekilde bulunuyordu; burada ise hikâye, Love, Death & Robots dizisinde ve Rise of the Tomb Raider oyununda yardımcı yazarlık yapan Philip Gelatt’a teslim edilmiş durumda bulunuyor. Gelatt’ın, potansiyeli bu kadar güçlü ve arkasında başarılı bir külliyatı bulunan Amnesia’nın son üyesinin hikâyesini, öngörülebilirlik çerçevesinde bırakarak neyi murat ettiğini bilebilmemiz mümkün değil ama oyunun, asıl güçlü olması gerektiği hikâye noktasında epey tökezlediğini biliyoruz. Zira oyuncu savunmasızlığı, atmosfer ve gerilim oluşturma, psikolojik korku unsurları ve tabii ki etkileyici hikâye anlatımıyla öne çıkan Amnesia serisinin son oyununda beklentilerimizi karşılamayan hikâye, yapımın en zayıf yönlerinden birini oluşturuyor. Diğer yandan, fotogerçekçiliğin hemen her oyunda karşımıza çıktığı son yıllarda Amnesia: The Bunker’ın 2010’lu yıllardan kalma görsellere sahip olması, bilgisayarı yeterince güçlü olmayan oyun tutkunları için memnuniyet verici olarak değerlendirilebilir ancak yapımın her şartta 60 fps’de çalışması ve bu değerin yükseltilememesi, 2023’ü uğurlamaya yaklaştığımız şu günlerde oyuncuyu biraz üzebiliyor.

Diğer Amnesia oyunları gibi dikkatli ve sabırlı geçen bir oyun sürecinin yaklaşık 4 saat sonrasında rahatlıkla bitirebileceğiniz Amnesia: The Bunker, Steam’de makul sayılabilecek bir fiyata satışa sunulmuş olmakla birlikte bu yazının hazırlandığı dönem itibarıyla Game Pass üzerinden de oynanabiliyor. Eğer bu tür oyunlara meraklıysanız, Amnesia serisiyle daha önce tanıştıysanız -ki bu, oyundan aldığınız keyfi artıracaktır- eksik ve kusurlu yönlerine rağmen The Bunker’a şans verebilirsiniz.

 

Paylaş: