Geçmişten Günümüze BioShock Serisi

Monster Notebook  30 Ağustos 2019

HaberlerOyun

Özellikle meraklı değilseniz veya eğitimini almadıysanız, sanat akımlarını ezbere saymanız, sanat akımlarını yansıtan eserleri birbirinden ayırt etmeniz, edebiyat alanında öne çıkan türleri ve diğer sanat dallarındaki iz düşümlerini tanımlayabilmeniz pek mümkün olamayabilir. Ama bilgisayar oyunlarına meraklıysanız, Ken Levine gibi bir yaratıcı zekânın arkasında bulunduğu BioShock serisini oynayıp bitirdiyseniz; Art Deco, retro fütürizm ve Steampunk gibi kavramları ziyadesiyle biliyorsunuzdur.

Bir döneme damgasını vuran System Shock 2, Freedom Force, SWAT 4 gibi yapımları geliştiren Irrational Games bünyesindeyken ilgili oyunların senaryo yazarlığı, yönetmenliği, hikâye kurgusu hazırlığı gibi kilit noktalarda görev alan Ken Levine, BioShock serisini BioShock serisi yapan en önemli isimdi şüphesiz. Gelin geçmişe kısa bir yolculuk yapıp hem oyunlardan bahsedelim hem de bu serideki oyunların eşsiz yanlarını değerlendirelim.

BioShock (2007)

Oyun otoritelerine göre artık kült statüsündeki System Shock serisinin ruhani devamı niteliğindeki BioShock, bizi kurgusal bir su altı şehri olan Rapture’a götürüyordu. 1940’larda inşa edilen ve genel olarak elit tabakadaki bireylerin yaşamlarını huzurla sürdürebilecekleri bir yer olan Rapture, okyanusun derinliklerinde yaşayan deniz canlılarından elde edilen ADAM adlı maddenin bulunmasıyla her yanından Art Deco eserler fışkıran, distopik bir yere dönüşüyordu. Little Sister şeklinde isimlendirilen küçük çocuklar tarafından toplanan ADAM’lardan plazmidler üretilerek burada yaşayan insanların genetiklerini değiştirilebilmesi Rapture’ın kaderini tamamıyla değiştiriyordu.

Unreal 2.5 oyun motoruyla geliştirilen yapım, özellikle “sulu” sahnelerde görsel şölen sunuyor, dönemine göre kabul edilebilir fizik etkileşimi sayesinde tatmin edici bir oyun deneyimi yaşatıyordu. FPS ve RPG unsurlarının bir arada olduğu yapımda yönettiğimiz Jack’in oyun içerisindeki davranışları ve özellikle Little Sister’lara karşı yaklaşımına göre oyunun sonu farklılaşıyordu.

BioShock 2 (2010)

İlk oyunun sekiz yıl sonrasında geçen BioShock 2’de Rapture, genleri değiştirilmiş ve ADAM bağımlısı hâline gelmiş psikozlu insan topluluğu nedeniyle distopik bir su altı şehrinden çok su altı tımarhanesine evrilmişti. İlk oyunda yönettiğimiz Jack yerine bu defa bir Big Daddy’yi yönetiyorduk. Oyunun açılışını yapan sahnenin ardından koskoca cüsseli Big Daddy’nin silahlarını kullanmak, nispeten hantal hareketlerini özümsemek kolay olmasa da düşmanlarla bu hâldeyken kapışmak ve Little Sister’ları kurtarmak oldukça keyifliydi.

İlk oyunda olduğu gibi yapımın müziklerini yine Garry Schyman hazırlamış, sağda solda duyulan eski müzikler de oyunun atmosferini güçlendirmişti. Geliştirici koltuğunda birden fazla oyun stüdyosu bulunsa da Ken Levine geliştirme sürecine katkıda bulunmuştu.

BioShock Infinite (2013)

E3 2011 fuarında, oyun tarihinin en ilgi çekici tanıtım videolarından biriyle serinin müdavimlerini heyecanlı bir bekleyişe sokan ve videonun çıkışından iki yıl sonra yayınlanan BioShock Infinite, bu defa bizi su altından gökyüzüne çıkarıyordu. 1912 yılının Columbia’sında geçen yapımda yönettiğimiz karakter, eski Pinkerton üyesi ajan Booker DeWitt’ti. Uzay-zaman sürekliliğini manipüle edebilen Elizabeth adlı karakterle şehrin karanlık yönlerini keşfederek düşmanlarla önceki oyunlara kıyasla çok daha dinamik ve çeşitlilik arz eden şekillerde savaşabiliyordu. Oyunun geneli gibi sonu da akılda kalıcıydı ve serinin neden bu denli önemli olduğunun göstergesiydi.

Paylaş: